40 Yaşında 400 Kitap
Gülben Ergen yazdı: Kitaplara adanmış bir hayat O, ilk yerli romanın yazarı ansiklopedist Şemsettin Sami'nin torunu
Gülben Ergen yazdı: Kitaplara adanmış bir hayat
O, ilk yerli romanın yazarı ansiklopedist Şemsettin Sami’nin torunu. Ayrıca Galatasaray Spor Kulübü’nun kurucusu Ali Sami Yen’in yeğeni. Bugüne dek 400 kitabın İngilizceden Türkçeye çevirisini yapmış. 78 yaşında olmasına rağmen hâlâ kitapları arasında çalışıyor... Gülben Ergen, bu hafta çevirmen Belkıs Dişbudak’ın evine konuk oldu...
Belkıs Dişbudak, 78 yaşında. Bugüne kadar 400 kitap çevirisi yapmış ve hâlâ çalışan bir çevirmen. Amcası, Galatasaray Spor Kulübü’nün meşhur kurucusu Ali Sami Yen. Babasının babası ise ilk Türkçe sözlük ile ilk yerli romanın yazarı, ünlü dilbilimci Şemsettin Sami. Belkıs Hanım’ın dile ve sözcüklere olan merakı da sanırım bu yüzden. Genlerinde var!
Belkıs Hanım’ı henüz taşındığı Küçükkuyu’daki evinde ziyaret ediyorum. İçeri girer girmez çocukluğumun evleri geliyor aklıma... Salonunun yarısından fazlası kitaplarla dolu. Hatta salonuna sığmayan kitaplar için bir de oda yaptığını anlatıyor...
Kitaplığının bir kısmı ailesinden miras kalanlar, bir kısmı da çevirdiği ve beğendiği kitaplardan oluşuyor. Kitap raflarının orta yerinde bir çalışma masası, üzerinde de bir bilgisayar var. Bilgisayar başına geçip bana şu anda yaptığı çeviriyi gösteriyor. Arka tarafta Solitaire oyunu açık. Bilgisayarda oyun oynamayı sevdiğini söylüyor.
Çocukluk zamanlarından annesinin terzihanesine, ilk çevirdiği kitaptan günümüz Türkiye’sine kadar her şeyi konuşuyoruz... İçi her şeye rağmen umut dolu, “Bugünler de geçecek” diyor...
Evinden ayrılırken ben de umut doluyorum. Kitap okumanın ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum yol boyunca...
◊ Çocukluğunuz nerede geçti? Nasıl bir aileniz vardı?
- Çocukluğum Taksim’de geçti. Talimhane’de. O zaman orası, ailelerin yaşadığı bir semtti. Daha sonra yedek parçacılar alanı, sonra da oteller bölgesi oldu.
Babam ve annem evlendikten sonra, babamın elektrik mühendisliği bölümünün son senesini Paris’te bitirmesi için Sümerbank bursuyla Fransa’ya gitmişler.
Annem Paris’te çalışmayınca sıkılmış, biçki-dikiş akademisine yazılmış. Sonra da Sümerbank onları İngiltere’ye, staja yollamış. Babam bir sene İngiltere’de fabrikalarda staj yapmış. Ardından Türkiye’ye dönmüşler ve ben doğmuşum.
Babam, ben 5 aylıkken rahatsızlanmış, kalp iç zarı iltihabı teşhisi konmuş. 6 ay sonra da vefat etmiş. Annem ben 11 aylıkken ortada kalmış.
◊ Sonrasında ne yapmış?
- Akrabalarımız “Bize gel” demişler ama annem kabul etmemiş. Dikbaşlı bir insandı. Zannediyorum benim birilerinin evinde büyümemi istemedi. Maliye’ye terzihane açmak için müracaat etmiş. Kapıya “Paris’ten mezun terzi” diye bir tabela asmış. Sonra da çalışmaya başlamış.
◊ Kaç yaşında okula başladınız?
- Kaldığımız ev aynı zamanda annemin terzihanesiydi. Annem bize yardım etmek isteyen akrabalarına “Bana yardım etmek istiyorsanız, müşteri yollayın” demiş. Ben evin içinde herkesi lafa tutarak büyüdüm.
Müşteri geldiğinde, eğer kıyafeti hazır değilse annem “Koş Belkıs oyala” derdi. Ben de birtakım numaralar yapardım onlara. Annem bana kitap okurdu. Ben de annemin bana okuduğu kısımları ezberlerdim.
Eve birileri gelince okuyormuş gibi yapar, tam doğru yerde de sayfa çevirirdim. O zamanlar daha 3-4 yaşındaydım. Herkes “Bu çocuk okuyor” diye şaşırırdı. Halbuki ezberlediğim yerlerdi. 6 yaşında okuyup yazmaya başlamışım. Devlet okulları beni yaşım küçük diye almamış. Annem de beni Yeni Kolej adında Sıraselviler’de bir koleje yazdırmış.
◊ İngilizceyi ne zaman öğrendiniz?
- Annemin işleri iyi gidiyordu. İngilizcesini unutmamak için kendine bir hoca tuttu. Haftada bir gün eve geliyordu. Fakat annem çok yoğun olduğu için hocayı sonradan bana devretti.
Haftada iki kere onunla ders yapıyorduk. Gittiğim özel okulda 3. sınıfta başlıyordu İngilizce eğitimi. Ama ben daha önceden o hoca sayesinde öğrenmiştim.
◊ Peki, lise hayatınız?
- Atatürk Kız Lisesi’nde. Okula yazıldığım sene, Amerika’dan yeni mezun olmuş eğitimci bir hanım geldi müdür olarak. Okulun havası birdenbire değişti. Müdürümüz Adnan Eseniş, her şeyi değiştirdi. “Tırnaklarınızı o kadar dibinden kesmeyin, acır. Saçınızı doğru düzgün tarayın. Yüzünüzde bir gülümseme olsun” derdi. O okul bazı ünlü isimler de çıkardı. Suna Selen, Jale Yılmabaşar, Aysel Çelikel de bizim okuldandı.
BAZILARI ‘ÇEVİRMENİN NOTU’ YAZIYOR ÇEVİRMENİN NOTU MU OLUR?
◊ Çevirmen olmak hayaliniz miydi?
- Çocukken İngilizce kitap okuduğum zaman, bunu niye herkes okumasın, neden aramızda konuşmayalım derdim. Dile her zaman ilgim vardı. Kelimelerin cümle içinde kullanımları beni çok ilgilendirirdi. Çevirmen olabilmek için çok uğraştım. Çünkü o zamanlar yayınevleri tanımadıklarına pek iş vermiyorlardı. İlk kitabımı 1971’de çevirdim.
◊ Dil üzerine mi eğitim aldınız?
- Lisedeyken hangi mesleği yapacağımı bilmiyordum. Lise son sınıfta bana AFS bursu çıktı ve bir sene Amerika’ya gittim. Dönünce hangi birini yapsam diye şaşkındım. Hukuk okuyayım dedim, ama okumadım. Dayım “Benim şirketimde biraz iş öğrensin, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne gitsin” dedi. Hukuk’a gitmek istediğimi söyleyince “Niyeymiş, ekonomi de çok ilginç” dedi. Sonunda kendimi onun istediği okula yazılmış buldum.
◊ Beğenmediğiniz kitapları çevirmek zor oluyor mu?
- Hiç çevirmek istemiyorum. Araya hatır giriyor, mecbur kalıyorum çevirmeye. “Gazap Üzümleri” mesela. Gençken okumuştum. Okurken de mutlu olmamıştım. 1938’de Amerika’daki ekonomik krizle ilgili korkunç bir şey. Onu çevirmeyi niye isteyeyim? Her sabah kalktığımda bir önceki günden daha mutsuz olacağım. Ama mecburen çevirmiştim. Ben keyifli şeyler çevirmekten hoşlanan biriyim.
◊ Çevirmenin bir tarzı olabilir mi?
- Benim bir tarzım, bir üslubum olamaz. Ben çeviri yapıyorum ve yazarın dilini yansıtmak, onun havasını taklit etmek zorundayım.
Bir tercümanın kendi yorumunu öne çıkarmak gibi bir hakkı olamaz. Olmamalı da. Ben bunu yapanlara da sinir oluyorum. Bazı kitaplarda görüyorum, ‘çevirmenin notu’ gibi şeyler yazılıyor. Ne demek yani çevirmenin notu? Çevirmen de kim? Okur o kitabı, aslını okuyor gibi rahat rahat okumalı.
◊ Bir kitabın çevirisi ne kadar sürer?
- Hiç belli olmaz. Bir sene de sürebilir üç ay da. Geçen sene çevirdiğim “Strateji” isminde bir kitap var. Kitap 1000 sayfanın üzerinde. Çok güzel bir kitaptı ama çok uzundu. Bir ara sıkıldım. Birkaç bölümünü bir arkadaşa verdim. Bu kitabın çeyreğini o, üç çeyreğini ben çevirdim.
EDİTÖRLERDEN ÇOK KORKARIM
◊ Bugüne kadar hiç çeviri hatası yaptınız mı?
- Çok. İlk başladığım zamanlarda editörlerden çok şikayet ettim. Editörlerden hâlâ çok korkarım. İlk çevirdiğim kitap “Rıhtımlar Üzerinde”ydi; Marlon Brando’nun filmi. O kitapta kritik bir bölüm vardı. Haydut bir sendika, işçiyi damdan aşağı atıyor. “Upuzun bir çığlık, bir gümleme sesiyle noktalandı” demişim. Acemilik. Gümleme sesi dememem gerekirdi.
Ama editör bunu yanlış okumuş, gümleme sesini, gülme sesi diye okumuş. Bu iyi olmadı demiş ve ‘kahkaha sesiyle noktalandı’ diye değiştirmiş.
Editör işi ele aldıktan sonra ben bir daha kitabı görmüyordum. Yasaktı bana geri gelmesi. Kahkaha deyince olay cinayet oluyor, kabul edilecek hata değildi. Aslında olay zaten cinayetti de, kaza süsü verilmek istenmişti, oysa kahkaha lafı işi açığa vuruyor.
◊ Başka var mı böyle bir anınız?
- İkinci çevirdiğim kitap, bir mizah kitabıydı. Bir Fransız yazarındı. Ya bu sefer de hata olursa diye korktum. Kitabı teslim ettikten sonra kontrol etmek istedim. Mizahta bir tuhaflık yaparsak tam rezalet olur, normal romana da benzemez. Bir şeyi değiştirmeyeceğime söz vererek kitabın son halini okudum.
Kitabın sonunda İngiliz bir binbaşı Fransa’ya ilan-ı aşk ediyor. ‘Fantezinin f’si, rasyonelin r’si, aşkın a’sı, nazın n’si, samimiyetin s’si, azametin a’sı, Fransa sana hayranım’ diye bitiriyor.
Editör, samimiyetle azameti beğenmeyip değiştirmiş içtenliğin i’si ve ululuğun u’su yapmış. Okuyunca Franiu oluyor. Halbuki ben Fransa’yı bozmadan, en uygun sözcükleri koymuştum yerine. Neyse ki bu hatayı gördüm de düzelttirdim.
Çeviriden para kazanılmıyor
◊ Hiç çocuk kitabı çevirdiniz mi?
- “Heidi”yi çevirmiştim. Çok da severek yaptığım bir çeviriydi. Çocuklara 25 sene özel ders verdim. 10-11 yaşındaki çocukları sınavlara hazırlıyordum. O işle çok uğraştım.
◊ Nasıl bir öğretmendiniz?
- Çok iyiydim gibi geliyor bana. Cumartesi-pazar günleri 3’er saat ders yapardım. Kitap çevirisinin yanında konferans çevirmenliği de yapıyordum ve hafta içi konferanslara gidiyordum. Çeviriden hiç para kazanılmadığı için bu işleri de yapıyordum, zaten yaparken de çok büyük keyif alıyordum. Çocuklara özel ders verirken anne-babalarını da derse alıyordum. Onlar da çocuğu çalıştırırken yöntem değiştirmesinler diye. O yöntemle başka tür problemler de çözülebilsin diye.
◊ Başarılı bir çocuk kendini nasıl belli eder? Özel dersler, ona yapılan yatırımlar ne kadar önemlidir?
- Her çocuk kendi tavanına kadar çıkabilir. Ben okulda çocukların onca zaman ne yaptığını anlayamıyorum. Çocuk “Anladım bunu” dediğinde ona birkaç kez egzersiz yaptırıp o konuyu sindirtmek lazım. Bu da anneyle babanın işi. Ben aileleri o yüzden derse alırdım. Hafta sonu yaptığım derslerle, yılbaşına kadar ilkokulda işledikleri bütün dersleri bitiriyordum. Sonra da testler yapıyordum. Ders verdiğim çocukların çoğu çok güzel okullar kazandı. Madem 4 ayda müfredat bitebiliyor, 5 sene ilkokulda bu çocuklar ne yapar? Daha sonra ‘kendi çocuğunu kendin çalıştır’ fikrinden yola çıkarak bir dergi hazırladım. İletişim Yayınları’ndan ‘abcd’ ismiyle yayınlandı.
◊ Konferans çevirmenliği dediniz, nasıl konferanslarda çalıştınız?
- Çok çeşitli konferanslarda çalıştım. Bununla ilgili de bir anılar kitabı yazdım: “Tane Tane Simültane”
Yabancı komedi dizilerini severim
◊ Çeviri yapmadığınız zamanlarda neler yaparsınız?
- Zaman zaman bilgisayarda oyun oynarım, kafam dağılır. Güzel yazılmış ve oynanmış komedi dizilerini seyrederim. BBC Entertainment’ta gösterilen birçok komedi dizisini izlerim. Hatta birçoğunu kaydettim. “Emret Bakanım” diye eski bir dizi vardı. Müthiş bir diziydi. Kitabını da çevirmiştim.
◊ Yerli dizi ya da filmlerden beğendiniz neler var?
- Ara sıra vatani bir görev olarak sinemaya gidip izliyorum. “Devrim Arabaları”nı çok sevmiştim. Genelde kendi zamanımın filmlerini, naftalinden çıkmış filmleri severim.
◊ Senaryo yazmak ister miydiniz?
- Çok isterdim. Ama bugüne kadar hiç fırsat çıkmadı, deneyemedim. Tiyatro çevirmeyi de çok istiyorum. Ama kendi kafama göre seçip çevirmek, sonra rafa kaldırmak işe yaramaz. Sonunda ‘tiyatro çevirileri sergisi’ mi açayım? Birilerinin oynamak isteyeceği bir şey olmalı. Diyalogları çevirmekte kendime güveniyorum çünkü.
◊ En sevdiğiniz yazarlar kimler?
- O kadar çok var ki... Bernard Shaw okumayı çok severim. Karamsar bir hale geldiğim zamanlarda Shaw’un kitapları bana iyi gelir. Terapi gibi. Çok güldürür beni.
Moralinizi bozmayın bugünler de geçecek
◊ Günümüz Türkiye’sinde kızdığınız şeyler var mı?
- Kızmanın yararı ne? Böyle gelmiş, bunun içinden geçerek yaşayacağız ve bir yere sonunda varacağız. Bu da bir dönem. Geçecek. Bozulanı yeniden yapmaya çalışmaktan başka, daha iyisini, daha sağlamını yapmaya çalışmaktan başka çare yok! Moralimizi bozmaya gelmez!
◊ Mesleğinizin önemini idrak edemeyen kişilerle karşılaştınız mı?
- Hiç kimse yüzüme bir şey söylemedi. Benim biraz saf bir yanım vardır. Bana birisi düpedüz hakaret de etse pek farkına varmıyorum. Niye bana hakaret etsin ki, ben yanlış anladım herhalde diye düşünüyorum. Üzerinde durmuyorum.
◊ Çocukluğunuza dair en çok neyi özlediniz?
- Aslında sonrasında hayat daha iyi oldu. Herhalde ortaokul ve lise yıllarımdır en keyifli yıllarım. Çok doyurucu bir dönemdi.
ALİ SAMİ YEN’İN ANILARI
“Hamsi koydum ta ta tavaya” nasıl milli marş oldu?
◊ Şemsettin Sami’nin torunu, Ali Sami Yen’in yeğenisiniz. Bu, hayatınızı nasıl etkiledi?
- Şemsettin Sami ben doğmadan ölmüş ama amcamı gayet iyi hatırlıyorum. Yazları halamın Şaşkınbakkal’daki evinde yaşardı. Kışları da Teşvikiye’de tam caminin karşısındaki Splandit Apartmanı’nın en üst katında otururdu. Galatasaray Lisesi’nde okurken ailenin yaramaz çocuğuymuş. Ortanca halam ve Mithat Amcam çok anlatırdı Ali Sami’nin yaramazlıklarını. Bizi ziyarete geldiğinde bana hep boyama kitapları getirirdi.
◊ Ali Sami Yen’in Galatasaray Spor Kulübü’nü kurma hikayesini anlatır mısınız?
- Futbol İngiltere’de icat edildikten sonra Galatasaray Lisesi’nde Ali Sami ve arkadaşları futbol takımı kuruyor. Kuşdili Çayırı’nda maçlar yapmaya başlıyorlar. Takımın formalarını halalarım dikermiş. Şemsiyelerini güneşe karşı tutup maçları da seyrederlermiş. Daha sonra amcamla arkadaşları Galatasaray Kulübü’nü kurmuşlar. Hatta Galatasaray’ın bugünkü GS amblemini de Ali Sami eliyle çizmiş. Bir yıl sonra içlerinden bir grup ayrılmış, Fenerbahçe’yi kurmuşlar. İlk ayrıldıkları zaman hepsi çok sevinmişler, karşılıklı maç yapacağız diye.
◊ Ali Sami Yen’in futbol oynadığı dönemden aklınızda kalan bir hikaye var mı?
- Viyana’da ve Berlin’de maçları varmış. Viyana’da onlara “Maça başlamadan önce milli marşınızı söyleyeceksiniz” denmiş. Ama o zaman daha milli marş yok. Ne söyleyelim diye kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. “Aman Viyanalılar nereden anlayacak, hepimizin bildiği bir şeyi söyleyelim” demişler. Hepsinin bildiği bir şarkı bulmak da kolay olmamış. Sonunda başlamışlar “Hamsi koydum ta ta tavaya”yı söylemeye. Ertesi gün trenle Berlin’e geçmişler. İstasyonda tren durunca kapılar açılmış. Takımı karşılamaya bir de bando gelmiş. Bando başlamış “Hamsi koydum ta ta tavaya”yı çalmaya. Onu gerçekten milli marşımız sanmış, notaya almış adamlar! Bizimkiler hayli utanmış ama...
Olmuş bir kere!